Dabbet-ul Arz
Dabbet-ul Arz konusu; üzerinde en çok konuşulan/tartışılan
hususların başında gelir. Kendi edindiğimiz sonuçlara geçmeden önce, geçmişten günümüze kadar gelen
ve günümüzdeki tanımıyla başlayalım.
Geçmişte Yapılan Tanımlamalar:
===================================================================================
"Söylenmiş olan (tehdit edildikleri şey) başlarına geldiği zaman
onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını
kendilerine söyler." (en-Neml, 27/82) buyrulmaktadır.
Bu âyetten anlaşılan, dâbbenin bir hayvan-ı
nâtık yâni konuşan bir canlı olduğudur (M.H. Yazır, "Hak Dini Kur'ân Dili", V, 3701 vd.).
Râğıbü'l-İsfahânî,
yukardaki âyete dayanarak şöyle demektedir:
"Dâbbe, tanıdığımız hayvanlara benzemeyen
bir hayvandır. Ortaya çıkması kıyamete yakın bir dönemde olacaktır. Bir de denildi ki: Bununla,
cahiliyyede hayvan mertebesinde olan kötü insanlar kasdedilmiştir (Râğıb, "Müfredât", debb maddesi.)
Müfessirler
yukardaki âyette (27/82) dayanarak "Dâbbetü'l-Arz"ın kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkacağını
söylerler. İbn Ömer'e göre, "dâbbe"nin çıkması hadisesi, dünyada iyiliğe emreden ve kötülükten sakındıran
hiçbir fert kalmadığı zaman vuku bulacaktır. İbn Merdûye'nin Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayet ettiği
bir hadîse göre, aynı şeyi bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kendisinden Ebu Saîd de duymuştur. Bu da, insanın
başkalarını iyilik yapmaya teşvik ve kötülükten sakındırma (emr bi'lma'rûf, mehy, ani'l-münker)
vazifesini terkettiği zaman Allah'ın, kıyametin hemen öncesinde son ihtar vazifesini görmek üzere bir "dâbbe"
meydana çıkaracağını gösterir. Mâmafih onun tek bir hayvan mı, yoksa bütün yeryüzünü istilâ edecek
bir hayvan türü mü olduğu açık değildir (Mevdûdî, "Tefhîm", IV, 128)
Akaid kitaplarına, kıyametin
alâmetlerinden biri olarak geçmiş olan "Dâbbetü'l-Arz" (bk. Pezdevî "Ehl-i Sünnet Akaidi", 352; Nesefî, "Akaid ", şerh
ve haşiyesi Kesteli. 194) hakkında Peygamber (s.a.s.)'den şöyle rivayet edilir.
"İlk çıkacak
kıyamet alameti, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine
"dâbbe''nin çıkmasıdır. Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takibedecektir"
(Müslim, Fiten, 118; İbn Hanbel, "Müsned", II, 201)
"Üç şey vardır ki bunlar çıktığı
zaman, daha önceden iman etmeyen hiçbir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez: 1-Güneşin batıdan doğması,
2-Deccâl ve 3-Dâbbetü'l-Arz (Müslim, İman, 249; Tirmizî, Tefsîr, sûre 6)
"Dâbbe, yanında Hz. Musa (a.s.)'nın
asâsı ve Hz. Süleyman (a.s.)'ın mührü olduğu halde çıkacaktır. Mü'minin yüzünü asa ile parlatacak,
kâfirin burnunu da mühürle mühürleyecek. İşte o dönemde yaşayan insanlar biraraya gelecekler ve mü'minler,
kâfir belli olacaktır" (Ahmed b. Hanbel, II, 491; Tirmizî, Tefsîr, süre: 27)
Bu konudaki rivayetler pek çoktur,
ancak hiçbiri mütevâtir olmadığından, kıyamet gibi tamamen gaybî olan bir meselede delil olamazlar. Bunun
için, "Dâbbetü'l-Arz"la ilgili teferruâtı bir yana bırakıp, Cenâb-ı Allah'ın bizi bununla ilgili
olarak Kur'ân-ı Kerim'de bildirdikleriyle yetinmemiz, işin iç yüzünü ve mahiyetini O'na havale edip dabbetü'l-arz'ın
kıyamete yakın zuhur edeceğine iman etmek en doğru yoldur. Bununla birlikte: "Gaybın anahtarları
O'nun yanındadır. O'ndan başkası onları bilemez... " (el-En'âm, 6/59).
===================================================================================
Günümüzdeki tanımlamalar: =================================================================================== 11
Eylül saldırısı ve sonrasında Afganistan’ın bombalanmasının ardından, hergün
bir başka medyada çıkan, “İslam ve terör”, “din ve savaş” konulu tartışmalarda
ilginç gündemler oluşuyor. İkiz kulelere yapılan saldırı sonrasında ilahi mesajlar arayan medya,
bu işe iyice sardı. Son olarak Star’ın 28 Şubat’tan sonra parlayan din yorumcusu Yaşar
Nuri Öztürk, ünlü felçli bilgin Stephen Hawking’i “Dabbetül Arz” ilan etti. ===================================================================================
Star, Dabbetül Arz’ı keşfetti!
“Sonsuz Özgürlük” savaşı bakalım bizi daha ne hallere sokacak?
“İslam ve terörizm”, “İslamcılar ve liberaller” tartışmaları filan
derken, 11 Eylül katliamının ardından yapılan yorumlardan hareketle Kur’an’da Kıyamet’in
alameti olarak yer aldığı söylenen “Dabbetül Arz”ın ünlü İngiliz teorik fizikçi Stephen
Hawking’den başkası olmadığının açıklandığına da şahit olduk!
Tahmin ettiğiniz gibi bu büyük keşfi, Star gazetesinin tam sayfa ayırdığı tek yazar olan Prof.
Yaşar Nuri Öztürk’e borçluyuz…
Öztürk, “Günün yazısı” başlığı altında “dabbe”nin
etimolojisini yaparak “İnsandan çok, debelenen bir varlığı andıran” bu varlığın
Hawking olduğunu ilan ediyor. Hawking felçli ya, başından başka bir uzvunu oynatamadığı
için “debeleniyor” ya… Türk medyasında bugüne kadar eşine rastlanmamış bir hizmet;
gazeteniz Star, refikleri gibi okurlarına İslam Ansiklopedisi ve Kur’an gibi zamanın ruhuna uygun hediyeler
dağıtmak yerine, işi çok daha büyüterek Kıyamet’in alametini bildiriyor! “Laik basın”da
-en başta “insanı günaha sokan gazete” Takvim’in hocaefendisi Prof. Zekeriya Beyaz olmak üzere-
bize yol gösteren ulemanın varlığını epeydir yadırgamaz olmuştuk. Ama doğrusu bu kadarına
hiçbirimizin hayalgücü yetişemezdi; bir günlük gazete bir tam sayfasını “Dabbetül Arz”ın Hawking’den
başkası olmadığını öne süren “tez”e ayırabiliyor… Y.N. Öztürk, yazısını
şöyle bitirmiş: “Dabbetül Arz’a selam, sevgi ve saygılar!..”(!) Hawking, bu işe ne der
bilemeyiz ama şurası muhakkak ki “küçük kıyamet”e, yani “oynatmaya az kaldı”!
Bu ülkede Yaşar Nuri Öztürk’ü tanımayan tek bir kişi olabilir mi? Hiç
sanmıyoruz; bir zamanlar Hürriyet’in erken davranıp okurlarına “Gerçek İslam”ı
öğretmesi için köşe açtığı bu âlim, kısa sürede ekranların baş konuğu olmuş
ve “Çıplak uyarıcı”lığını sevimli tartışma programlarında da
sürdürmüştü. Hatırlarsınız, Öztürk’ün okurlarına ve izleyicilerine yaptığı çağrı,
esas olarak “Kur’an’a dönmek”ti. Öztürk, ülkede olup bitene (en başta adına 28 Şubat
denilen şeyler) kayıtsızdı. Somut hiçbir gelişmeyi yorumlamıyor, “nasıl”ına
hiç girmediği “Kur’an’a dönmek” tezini tekrarlamakla yetiniyordu. Sonra (fazla uzatmadan atlıyoruz
tabiî) Hürriyet’ten Star’a transfer oldu. Kim bilir kaç para transfer ve telif ücretiyle. Star, Öztürk’ü
çok iyi karşılamış, kendisine bir tam sayfa tahsis etmişti. Bir tam sayfa, yaz yazabildiğin
kadar!
Star’ın bugünkü (19 Ekim) sayısında yine bir tam sayfa yazı. “Dabbetül
Arz çıktı mı?” Yazının hemen üzerinde her zaman olduğu gibi, elini çenesine götürmüş
olarak bize muzip muzip bakan yine o fotoğraf… Yazının tek bir satırı bile atlanabilecek
türden değil; birçoğunuz (kaçırmayın!) yazının tamanına göz atacak ama biz yine de birkaç
noktanın altını çizelim:
Öztürk, yazısına “Dabbetül Arz” tartışmasına geçmeden
piyasaya çıkan yeni bir kitabını tavsiye ederek başlıyor: “Dabbetül Arz’ın çıkıp
çıkmadığını biraz sonra tartışacağız. Ama ‘Cevap Veriyorum’ adlı
kitabımın çıktığını rahatlıkla söyleyebilirim. Kitap çıktı, vitrinlere ulaştı.”
(Kitabının vitrinlere ulaştığını niçin “rahatlıkla” söyleyebildiği
bir küçük muamma!) Öztürk, bu kitabının “tam vaktinde” çıktığını belirtiyor.
Neden? Çünkü, “İslam ve Müslümanlar konusunun dünyanın en sıcak gündem maddesini oluşturduğu
bir sırada” çıktığı için. Kitap matbaaya ağustos ayında verilmiş ve ardından
bir takım aksilikler olmuş ama “Hikmeti varmış!” Öztürk, kitabının çok yararlı
olacağı kanaatinde; kitap aracılığıyla insanlığa önemli bir hizmet vereceği için
çok mutlu olduğunu ifade ediyor. Yazar bu mutluluğu yaşarken “bazı basın mensupları”
kendisinden Stephen Hawking’in son açıklamalarını değerlendirmesini istemişler.
Öztürk de, “Hawking hakkında şok yaratacak düşüncelerimi yeni çıkan
kitabımdan okuyun” dedikten sonra, kitaptan bazı bölümleri “Günün yazısı”na taşımaya
karar verdiğini açıklıyor ve başlıyor anlatmaya… Şaka değil, Öztürk’ün Hawking
hakkındaki düşünceleri gerçekten de “şok yaratacak” nitelikte…
Öztürk; “Dabbetül Arz”a ilişkin açıklamalarını ve yazısının
sonunda Hawking’in “Dabbetül Arz”ın ete kemiğe bürünmüş hali olduğunu anlattığı
satırların sonra şöyle sesleniyor: “Dabbetül Arz’a selam, sevgi ve saygılar!..”
www.evrensel.net
================================================================================
12) KURAN' nın 27.ci suresi olan NEML suresinin 82.ci ayetinde geçen ; Kıyamet
sırasında ortaya çıkacağı anlatılan ve Çeşitli şekillerde yorumlanan DABBE (Dabbetül
Arz) kelimesinin gerçek anlamını biliyormusunuz ?
*Neml Suresinin 82.ci ayetinin Türkçe çevirisi şöyledir. "O söz, başlarına
geldiği zaman onlara yerden bir DABBE çıkarırız . O onlara, İnsanların ayetlerimize inanmadıklarını
söyler." (Prof.Dr. Süleyman ATEŞ) Bu ayette geçen DABBE kelimesi : Canlı demektir. Orjinal kelime DABBETÜL ARZ olarak
geçer. Yani "Arz'dan-Yerden-Yeryüzünden çıkacak Canlı" anlamındadır. *İslami çevrelerde DABBETÜL
ARZ ; Kıyamet zamanı ortaya çıkacağına inanılan korkunç bir yaratık-hayvan-canavar olarak
tasvir edilir. Bazı anlatımlarda, Kıyametin öncüsü olarak ortaya çıkacak bu Hayvanın, 30 metre boyunda
olacağı, Arapça konuşacagı, Bir elinde Hz.Süleyman' ın mührü - diğer elinde Hz.Musa' nın
asası'nın bulunacağı, Hz.Süleyman' ın mührü ile inananların alnına "Mümin" inanmıyanların
alnına da "Kafir" damgasını vuracağı, Müminlerin damgasının Ak, Kafirlerin damgasının
Kara olacağı anlatılır. Bazı Yorumcular ise DABBE' nin Tank, Uçak, Denizaltı, Kamyon olabileceğini
dolayısıyla “Kıyamet zamanı“ içinde bulunduğumuzu açıklamışlardır.
*Tevrat' ta Ezra adıyla geçen ve Tevrat' ı derleyen kişi olarak bilinen "Üzeyr
Aleyhisselam" ında, Kıyamet zamanı yer altından bir hayvanın çıkacağını ve İnsanlarla
konuşacağını anlattığı rivayet edilir. Yani Kıyamet zamanı yerden canlı
hayvan çıkacağı inancı ve beklentisi Musevi Toplumunda da bulunmaktadır.
*Bugünkü Bilgilerimize göre, Dinsel Bilgilerde İnsanlığın sonu olarak
tarif edilen KIYAMET ; aslında her devrenin sona ermesi sırasında, İnsani Bilinçlerin uyandırılması,
İnsani Bilinçlerin ayağa kaldırılması demektir. Ancak çok nadir olmakla birlikte devrenin hitama
ermesine rağmen İnsanların uyanamaması veya o devredeki Bilinçlerin istenmeyen yönlere sapması halinde
de, O neslin yok edilmesi için (Dinsel Bilgilerde anlatılan) Fiziksel Kıyametlerin de Dünyada yaşandığı
bilinmektedir. Ruhsal Bilgilerin bildirdiğine göre ; Son 26.000 yıllık devrenin son yüzyılı olan
1900 yılından itibaren Kozmik Enerjilerle uyandırılmaya başlanan İnsanlık gerekli "Kritik
Kütle" bilinçlenmesini sağlamıştır. Dolayısıyle Dünyamız Fiziksel Kıyametle değil
Bilinçlerin uyanmasıyla ayağa kalkacaktır. İnsani Bilinçlerin uyanmaya başladığı bu
devre (Yani içinde bulundugumuz zaman) KIYAMET zamanıdır. Bilinçlenen Dünya İnsanları da Boyut değişterecektir.
İnsanlık muhtemelen 2012 yılından itibaren 3.cü Boyuttan 4.cü Boyuta geçecektir. Aslında bu süreç
2000 yılından itibaren başlamış olup 2012 yılına kadar gittikçe arttırılacak
yüksek enerjilerle, İnsanların belli bir kısmının, 2012 yıllarında 4.cü Boyuta taşınmış
olacağı tahmin edilmektedir. İşte DABBETÜL ARZ yani "Yerden Çıkan Canlı" o zaman ortaya çıkacaktır.
*Akaşa Yayınlarından "GALAKTİK İNSAN" adlı Kitabın yazarı
olan Sheldan Niddle Merkezi SİRİUS' ta bulunan FEDERASYON' dan aldığı 15.Ocak.2000 tarihli bildiride
; FEDERASYON "Alice Harikalar Diyarında" isimli çocuk romanında anlatıldığı gibi Yer Kürenin
içinde kat kat (Soğan Kabuğu gibi) realiteler-yaşamlar-medeniyetler olduğunu açıklamaktadır.
*İşte bu Medeniyet Mensubları, Dünya İnsanlarının 4.cü Boyuta
geçişi sırasında onları karşılıyacak ve kendilerini tanıtacaklardır. Kuran'ın
Neml Suresinde bahsedilen DABBETÜL ARZ yani Yerden çıkacak ve Hakikatleri anlatacak olan Canlı Varlıklar, Bu
medeniyetlerin Mensublarıdır.
*Dünyanın 4.cü Boyuta geçişi şöyle olacaktır. Güneş'ten ve Kozmo'dan
gelen Enerjileri, Düşünceleriyle, Bilgi ve Bilinçleriyle çekerek hücresel titreşimlerini Gerekli seviyeye yükselten
İnsanlar kendilerini (Yine Dünya'da ama) farklı bir Gezegende bulacaklardır. Burası 4.cü Boyuttur. Çeşitli
Ruhsal kaynaklarda YÜKSELİŞ olarak anlatılan olay da budur. Biz nasıl şu anda 4.cü Boyut varlıklarını
göremiyorsak, 4.cü Boyuta geçen İnsanlar da 3.cü Boyutta kalan İnsanlar tarafından görülemeyecektir. Onlarla
aynı yerde iç içe olmalarına rağmen, 3.cü Boyut İnsanları, 4.cü Boyuta geçen İnsanları
kaybolmuş olarak algılayacaktır. YÜKSELİŞ İnsanın mevcut Bedeniyle birlikte 4.cü Boyuta
geçmesidir. 3.cü Boyutta iken Çeşitli nedenlerle YÜKSELİŞ'e katılmayan veya katılamayan ancak Bilgi
ve Bilinçlerini, Hücresel titreşimlerini 4.cü Boyut Frekansına ulaştırmış olan İnsanlar
ise Ölümlerinden sonra ışınlanarak-anında 30 yaşındaki Bedenleriyle 4.cü Boyuta alınacaklardır.
*SONUÇ ; Her Bilgi Allah'ın Bilgisidir. Bütün Dinsel-Ruhsal ve İlmi Bilgiler arasında
Gerçekleri ve Kaynağın Tekliğini gösteren inanılmaz bağlar vardir. Bütün Bilgilerde "Gerçekler ve
Doğrular" mevcuttur. Yanılan-Yanlış yapan (Mevcut Bilgi ve Bilinç seviyesinden dolayı) Bilgiyi yorumluyan
İnsanın kendisidir. DABBETÜL ARZ, Kıyamet Zamanında yani Bilinçlenerek 4.cü Boyuta geçen İnsanlara,
4.cü Boyutu tanıtacak ve Gerçekleri anlatacak olan, halen Dünyanın içsel katmanlarında yaşamakta olan
4.cü Boyut Varlıklarıdır. 3.cü Boyut İnsanlarına bu gerçek asırlar önce aktarılmış
olmasına rağmen İnsanlar yetersiz Bilgilerinde dolayı DABBETÜL ARZ'ı yanlış anlamışlardır.
DABBETÜL ARZ, 3.cü Boyut varlıklarına 4.cü Boyut Varlıklarını anlatan bir Şifre Kelimedir.
www.bilgikitabi.net
Dabbetül-Arz'ın AIDS Hastalığı İle Alakası Var mıdır?
AIDS virüslerin sebep olduğu bir enfeksiyon olup hızla yayıldığı
ve öldürücü olduğu için "asrın hastalığı" olarak isimlendirilmektedir. Yakalanan kişi sayısı
10 ayda iki katına çıkmakla birlikte AIDS'i ilk tarif eden ilim adamlarından olan Dr. M. Gottlieb'in tabiri
ile "tedavi kelimesi henüz lügatte yoktur."
AIDS ilk olarak 1981 yılında fark edildi ve gösterilen alâka
sonraki yıllarda giderek büyüdü. Tıp camiası ne olduğunu, nasıl bulaştığını,
nasıl seyrettiğini, tedavisini ortaya koymak için seferber olurken, halk arasında da büyük bir panik meydana
geldi.
1980'li yıllara kadar böyle bir hastalık bilinmezken AIDS'in aniden ortaya çıkışı
hakkında bazı ilim adamları, gelişmiş ülkelerde virüslerle yapılan araştırmalarda,
bazı virüslerin yapısının değiştirildiği ve bu virüslerin iyi muhafaza edilemeyerek insanları
enfekte etmesi ile AIDS'in yaygınlık kazandığı iddiasında bulunmaktadırlar.
Başlıca
bulaşma yolu eşcinsel ilişkidir ve kurbanların yaklaşık %72'si eşcinsel erkeklerdir. Kan
ve kan ürünlerinin verilmesi ile bulaşabileceği gibi virüsü taşıyan hamile anneden çocuğuna geçebilir.
Hastaların yaklaşık %17'si uyuşturucu müptelalarıdır.
Virüslerle her enfekte oranda AIDS
gelişmez. Bu kişilerde ya belirti yoktur veya hafif şikayetler vardır, fakat virüsü taşırlar
ve yukarıda bahsedilen yollarla başkalarına AIDS'i bulaştırabilirler,
AIDS amilleri, bağışıklık
sisteminin işleyişini bozduğu için bulaşıcı hastalıklara direnci azalır ve Pneumocystis
Carinü pnomonisi, Condida albicans, Herpes .Simpiex enfeksiyonları gibi fırsatçı enfeksiyonlar, Kapesi sarkomu
baş gösterir ve hasta kısa sürede ölüme gider.
Bu mesele günün meselelerinden ve aktüel mevzulardan biri
olması itibariyle, bir seneden beri belki bir kaç defa soruldu; ben de her defasında bir şeyler demeye çalıştım.
Şimdi bir kere daha sormuş oluyorlar. Ben de bu arzuya hürmeten bir kere daha arz edeceğim.
Dabbetül-arz
tabiri hem Kur'ân-ı Kerimde hem de hadis-i şeriflerde var. Dabbe kelimesi, yerde debelenen, ayakları üzerine
yürüyen, canlı demektir. Meselâ, Allah, yeryüzünde debelenip duran, yürüyen, ayakları üzerine emekleyen değişik
varlıkları bir çırpıda anlatırken buyuruyor ki: "Allah her canlıyı sudan yarattı:
Onlardan kimi karnı üzerinde (sürünerek) yürür, kimi iki ayak üstünde yürür, kimi de dört (ayak) üstünde yürür. Allah
dilediğini yaratır..." (Nur/45) Bunlar, şu ana kadar sizin bildikleriniz. Evet mikroorganizmalardan en büyük
varlıklara kadar, eskilerin dinazorları, daha sonraların mamutları, filleri ve gergedanları; bütün
bu varlıkların hepsi, bu umûmî hükmün altına girer. Ama, bir de sizin bilmediğiniz şeyler vardır
ki, Allah murat buyurduğu zaman, ilerde, değişik değişik türleriyle onlar da yaratılacaktır.
Mikroorganizma türüyle AIDS de onlardan olabilir. Atmosfere, iklime göre değişik,çeşit çeşit varlıklar
olabilir. Hatta bunlar canlı varlık olmayıp başka tür varlıklar da olabilir...
Kur'ân-ı
Kerimde, başka bir yerde, dâbbe; Allah'ın rızıklandırdığı dâbbeler sadedinde "Yeryüzünde
hiç bir canlı yoktur ki rızkı Allah'a aid olmasın." (Hûd/6) "Nice canlı (dâbbe) var ki rızkını
taşıyamaz, onları da sizi de Allah besler." (Ankebut/60) Evet, nice dâbbeler vardır ki, sizin de onların
da rızkını Allah tekeffül ve taahhüt buyurmuştur. Besleyen, büyüten ve çoğaltan yalnız Odur.
Mevzumuzla
alakalı dâbbe ise, Neml suresinde geçer. "O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe (canlı)
çıkarırız; o, onlara insanların, ayetlerimize içtenlikle inanmadıklarını söyler" (Nemf/82)
yani, işiniz bitti artık yeryüzünde teşhir vazifesini gördünüz, yeryüzü de, meşher olma vazifesini bitirdi.
Bu meşherin açılmasından maksat şu idi: Allah burada, bilinip tanınmasını ve bunun ilan
edilmesini istiyordu. Şu anda artık bilinmediğine ve yeryüzünde Allah diyenlerin sayısı her gün biraz
daha azaldığına göre, öyleyse, Allah sizin hakkınızda yok olma hükmünü verdi. İşte bu hükmün
verilmesi için de biz, yerden konuşan bir dâbbe çıkarıverdik. O dâbbe ister kâliyle, ister mikrofonla, isterse
hâl diliyle olsun konuşan bir dâbbedir ve artık bundan böyle, insanların iman etmeyeceklerini ilân edecektir.
Yani dâbbenin çıkması, mevcut îmanî durum ve iman kadrosunun duraklaması, bir ölçüde geriye gitmesi zayıflaması,
hatta bitmesi ve tükenmesi demektir. Zaten bu ayetin arkasında da hemen haşr-ü neşirle alâkalı ayetler
geliyor ki; bundan da, bunun önemli bir kıyamet alâmeti olduğu anlaşılıyor.
Dâbbetül-arz,
zuhur edecek 10 kıyamet alâmetinden bir tanesi ve ihtimal ki aynı zamanda sonuncularından birisidir. Öyle bir
sonuncu ki, ayetin siyak ve sibakından anlaşıldığına göre, bu hayvanın zuhuruyla artık
yeryüzünde iman mevcelenmesi, çağlaması duracak ve İslâm'a ait her şey, süratle kuruma ve tükenmeye doğru
gidecek. İnanmışları, arkadan başka inananlar takip etmeyecek, inanmış olanlar da bundan
böyle inançları adına yakîn hasıl edemeyecekler. Demek ki, fen ve felsefe çok ileriye gidecek; teknik ve teknolojide
baş döndürücü muvaffakiyetler olacak; insanlar yaratma (!) sevdasına kapılacaklar.. tüplerde, tüp bebekler
yapacaklar ve robot adamlar yapılacak; dünyanın idaresi de onlara bırakılacak... Her yanı, "yarattım"
diyen sergerdanlar saracak ve katiyyen Allah hakkında yakîne yanaşmayacaklar. İşte ayetin siyak ve sibakından
anlaşılan şeyler...
Dabbetü'l-arz Efendimiz'in (sav) mübarek hadislerinde de, Kur'ân-ı Kerim'in
anlattığı şekle uygun olarak ele alınmakta ve yapacağı şeylere temas edilmektedir.
"Dabbe çıkacak, yeryüzünde dolaşacak ve hemen her tarafta görülecek" gibi hususlarıyla...
Dabbet'ü arz'ın
AIDS ile alâkası olup olmadığına gelince, evvelâ, şunu arz etmek istiyorum. Bir kısım arkadaşlarımız
-muhakkak ki hüsnü niyetlidirler- günümüzde zuhur eden bir kısım hadiselerle, âyetler ve hadisler arasında
bir mutâbakat aramak suretiyle,Kur'ân ve Efendimiz'in beyanlarının takviyesini düşünmektedirler. Bir yönüyle
bu türlü gayretler, gelişen fünun-u müsbete, pozitivizm ve rasyonalizm cereyanları karşısında -doğru
veya yanlış- Kur'ân ve Sünnete ait meseleleri, ilmî ve tecrübî neticelerle, tevfîk etmek, desteklemek; bu yolla
ilim ve tecrübe insanına bir şeyler anlatmak maksadıyla yapılmaktadır. Ve kanaat-i acizânemce, gelecekte
tenkit edilebilme durumu mahfuz olmakla beraber, şimdilik bütün bütün zararlı olduğunu söylemek de acelecilik
olsa gerek... Vakıa, Kurân'ın ve Sünnetin nurlu beyanları, ilimlerin koltuk değneğine ihtiyaç olmadan
da, insan vicdanı tarafından sezilecek kadar parlak ve yanıltmaz olduğundan, her zaman hüsnü kabul görecek
mahiyettedir. Bundan da öte, beyan edilecek her delil, Kur'ân ve Sünneti, ilimlerle uzlaştırma, anlaştırma,
tevfik etme istikametinde gösterilen her gayrete, bizim, kendi zavallı akıllarımızı saran tozu toprağı
süpürme maksadıyla müracaat ediliyorsa, buna bir şey demeyeceğim; kimse de dememelidir. Yok, bu deliller, bu
sözler, bu beyan ve bu gayretler, Kur'ân ve Sünnet hakikatını omuzlayıp taşımak içinse, bence o omuzlar
bu yüce hakikatları taşıyamayacak kadar cılız ve çelimsizdirler. Binaenaleyh, hal-i hazırdaki
durumları itibariyle dahi ümit ve itimat va'd etmeyen bu şeylere nasıl bel bağlanabilir? Yarın bir
başka ilmî fırtına tarafından sürüklenip bir tarafa itilmeyeceklerine kim teminât verebilir? Ve böyle
vâhî emirlere Kur'ân ve Resulullah'ın beyanlarını bina etmek, hatta Kitap ve Sünneti ilme vize ettirmeye kalkmak,
müdafaasını üzerimize aldığımız hakikatlara karşı saygısızlık olmaz
mı?
Şimdi de, AIDS ile Dâbbetül-arz'ın alâkası üzerinde duralım: Bildiğiniz gibi bu mesele,
asrın dışa vurmuş çirkinliklerinden sadece bir tanesi... Düşüncem icabı, bâtılı tasvir
etmek istemem. Hele AIDS gibi, söylerken dahi, utanıp kulaklarımıza kadar kızardığımız
bir mevzuda...
Şimdi sâfi zihinleri bulandırmayacak şekilde arz etmeye çalışayım. Evvela,
"AIDS Dabbet-ül arz cüz'iyatının bir parçasıdır" denmesi doğru olsa da, "AIDS, dabbedir" demek doğru
değildir. Zira, onu ayete biricik te'vil yapmak, yıkılıp gittiği zaman, ayetin ruhunu zedeleyecektir.
Bugüne kadar çok hastalıklar çıktı ve insanlığı kastı kavurdu, sonra da çekip gitti. "Allah
devâsını indirmediği bir hastalık indirmemiştir." Ebu Davut'un Ümmü Seleme validemizden rivayet buyurduğu
bu hadiste, her hastalık karşısında, Allah'ın bir de ilaç indirdiği anlatılmaktadır
ve dermanı bulunmayan dert yoktur, sadece: Ölümün dermanı bulunmamaktadır; Efendimizin bir diğer ifadesinde;
"bir de ihtiyarlığın dermanı yoktur" denilmektedir . Herkes behemehal ihtiyarlayacak ve ölecektir. Evet
ihtiyarlık ve ölümün çaresi yoktur, ama bunun dışında her derde derman olabilir...
Şimdi bununla
onun tevfikini yapmaya çalışalım:
Bir kere. AIDS dediğimiz bu hastalık, dünyanın bazı
yerlerinde görüldü ama -çok şükür- Türkiye'de çok fazla görüldüğü söylenemez. Bunu da kafalarımızdan atıp
da, ruhlarımızdan söküp atamadığımız, İslâm'ın yüksek ahlâk ve disiplinlerine borçluyuz.
AIDS bir zamanların verem ve vebasının, şimdilerin kanserinin ulaştığı noktaya henüz
ulaşmamıştır. Dün o hastalıklara, bugün de kansere Dâbbet-ül arz denebilirdi ve denmelidir de. Ama
"Dabbet-ül arz" küllî hakikatının bir cüz'ü olarak, geçmişin o dehşetli heyulaları verem ve veba,
Allah'ın yarattığı ilaçlara yenildi ve "Dabbet-ül arz" defterinden silindiler. Kanser son tabyelerini
kullanıyor; darısı AIDS'in başına.. Veba eskilerin korkulu rüyasıydı. Düşünün ki,
tek bir tablo olarak, Amvas'da, Ashap-ı Kiram arasında otuz bine yakın insanı alıp götürmesi ne müthiş
hadise..! Bazı ihmâle uğramış ülkeler müstesnâ, günümüzde artık bu türlü hastalıklara rastlanmıyor.
Eğer veba, önü alınmadan evvel böyle ayet ve hadislerle, günümüzde yorumlandığı gibi yorumlansaydı,
Dâbbetülarz'a veba virüsü demek uygun düşecekti. Zira hem çok yaygın, hem de çok korkunçtu.
Keza, bugün insanların
çoğunda kanser var. Bu mevzuda uzmanlar diyorlar ki; bir insanda beliren kanser hücrelerinin, ancak çok zaman sonra önü
alınmaz bir tehlike olduğu sezilebilmektedir. Bugün, dünya çapında yapılan istatistiklere göre, kanserli
nispetinin, insanın içinde ürperti hasıl edecek seviyede olduğu söylenmektedir. Ve henüz ciddi bir tedavi sisteminin
tatbik edildiği de söylenemez. Söylenemez ama, uğraşıyorlar, Allah'ın izni ve inâyetiyle önleyecek
gibi görünüyorlar. Şimdi eğer bir şeye Dâbbetül-arz nazarıyla bakılacaksa, bence kanser de bu mevzuda
hatırı sayılan namzetlerden biridir. Hatta, kanser ve AIDS bugüne göre, nispetlendirilse, AIDS'in" kanserin
yüzde birine ulaşmadığı görülür. Evet, mesele kemmiyet planında ele alınacak olursa, bugünkü
durumu itibariyle AIDS'in çok önünde korkunç hastalıklar var: Dermanı olmadığından dolayı, keyfiyet
planında düşünülüyorsa; yarın, buna da derman bulunduğu takdirde acaba, hadise karşı itimadı
sarsmış olmayız mı?.. Müsaadenizle bir hadisle alâkalı, küçük bir mütâlaa ile buna ışık
tutmağa çalışacağım:
Bir çoğunuz duymuşsunuzdur; bir kısım kimseler, önünü
arkasını düşünmeden ve ilim adına bir şeyler yapıyorum diye hadisleri ve âyetleri aceleden te'vil
ederek, Efendimiz'in (sav): "Cüzzamdan aslandan kaçar gibi kaçınız" mealindeki hadisine, sözde ilmî ve Efendimiz'in
gaybe aşinâ olduğuna delalet eder bir yorum getirmek için, diyorlar ki: "Biliyor musunuz, neden peygamberimiz, arslandan
kaçma teşbihiyle anlattı? Çünkü, cüzzamın mikrobu, tıpkı aslana benziyor da ondan..." Şimdi
bu, o kadar aceleden söylenmiş bir sözdür ki, ilerde bu mikrobun, mikroskobun altında hiç de arslana benzemediği
ortaya çıkınca, dine yararlı mı, zararlı mı olacağı hesap edilmemiştir. Zira,
izah hadise dayandırılarak yapıldığından, sanki hadis böyle demiş gibi anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla izâhın yanlışlığı mikroskop altında ortaya çıkınca -hâşâ-
bu hilâf-ı vâki beyan, Efendimiz'den şeref sudur olmuş gibi kabul edilecek ve dolayısıyla hadis darbelenecektir.
Bu
itibarladır ki, işin aslını iyi öğrenmeden böyle şeyler söylemek çok yanlış ve zararlı
olmaktadır. Değil bunlar gibi vâhî teviller; islâmî meseleler, pozitif usullerle en sağlam yorumlara tabî tutulduğunda
dahi, eskilerin ifâdesiyle "fıkhi nazar" deyip mülâhaza dairesini açık bırakmak, başka ihtimâlleri göz
ardı etmemek ve ifâdelerin müsaadesi ölçüsünde alternatif yorumlara da yer vermek mecburiyetindeyiz. Kaldı ki bugün,
pozitivizmin ayaklan yerden kesilmiştir. Ve ona artık şüphe ve tereddüt içinde bakılmaktadır. Bugün
Batı'da ilim adına en yaygın düşünce, her şeyin bir ölçüde yanlışlığını
kabul etmek çizgisinden hareketle, ilim adına bu yanlışları bıraka bıraka ilerde yanlışsız
ilime ulaşma düşüncesidir. Bu düşünce de, diğer düşünce sistemleri gibi tenkit edilebilir. Ne var
ki, pozitivizm ve rasyonalizmin saltanatlarının sarsıldığını ifade bakımından
oldukça önemlidir.
Binaenaleyh, bugün en sağlam gibi görülen, tecrübî ilimlerde dahi bu kadar kuşku, bu kadar
tereddüt bahis mevzuu olursa; o kadar dahi güç Ye ağırlığı olmayan nazariyelerle, âyâtü beyyinatı
ve hadis-i şerifleri bu nazariyelere göre te'vil etmek;`ayete ve sünnete kuvvet kazandırıyoruz" derken, onlara
karşı bir cinayet mânâsınadır. Günümüzde bu mevzuda bir kitap enflasyonu var. Evet kısa zamanda çok
kitap yazıldı; ama fazla değil, bir kaç sene sonra, bunların hepsini alıp okuyacak nesiller, bunlara
gülecek ve bizler gibi yazıp anlatanların talihsizliğine vereceklerdir... Ama meseleyi değişik ihtimaller
içinde ve daha geniş perspektifli ele alarak, şu da, şu da olur diyenler, yazıp söyledikleri şeylerin
üzerinden 100 sene dahi geçse, yine de taze ve orijinal bulunacaklardır.
Evet, bu anlayışla yazılan
eserlerin üzerinden asırlar geçmiş olmasına rağmen hâlâ tatlı, hâlâ cedid, hâlâ ceyyid, hâlâ, taze,
hâlâ duru, hâlâ tertemiz olarak bulunuyorlar.
Meselâ, önce delil dediğimiz nesnelerin doğruluğunu kabul
ediyor; sonra, netice ve müddeayı bunlara dayıyoruz. Oysa yukardan aşağıya doğru tedellî usulüyle
gelmek de mümkün. Mesela: Allah var ve bu deliller de Onu gösteriyor, Resulullah Hatem'ül enbiyadır; şunlar da ona
delalet ediyor. Ayağımın altında şu küçük karıncalar, şu mikroskobik organizma size anlatmak
istediğim hakikatlara işaret ediyorlar. . . şeklinde olmalı. Bu bakış başka; “delil”
diye ele aldığımız bu zayıf, bu cılız şeylere tutuna tutuna, göklerin ve yerin yaratıcısı,
O, "Lehd makâlî düssemâvâti vel-ard" olan Zat'ı anlatmak başkadır. İşte, zannımca AIDS'de de,
böyle bir bakış zaviyesi hatası yapıldı. Bunu imanlı ve insaflı kimseler yaptıkları
için; yaptıkları işin sevabını da kazandılar. Ancak, yarınki imansız ve insafsızlar,
bu tahlîl ve te'villeri, serrişte ettikleri zaman, bu iman ve Kur'ân kahramanları çok utanacak ve yanlış
yorumlarının hacaletiyle iki büklüm olacaklardır.
Bu itibarladır ki, hadisler ve Kurân'ın
ayetleri bahis mevzuu olduğu yerlerde, her mümin, çok dikkatli konuşmalı, dikkatli düşünmeli ve onlarla
âlâkalı hususlarda dikkatli olmalıdır.
Eğer bu mevzuu hüsnü niyetle ele alan kardeşlerimiz
deselerdi ki; AIDS'de Dâbbet-ül-arz nev'inden bir fert olabilir- İnşaallah maksat ve niyetleri de budur-Ben bunu
öper başıma kordum. Evet AIDS, Dabbet-ül arz hakikatının bir parçası olabilir ve ona ait bir vazifeyi
de görebilir. Hâlâ tahribatını bütün şiddetiyle devam ettiren kanser de o Dabbet-ül arz nevinin bir ferdi olup
ona ait bir kısım küçük vazifeleri görebilir. Ancak, bütün bunlar, insanların artık sağlam inanmayacağına
bir dil, bir tercüman olduğu ifade edilen, teknoloji ve ilmin su-i istimalinden meydana geleceği sezilen, kendine
has mânasıyla "Dabbet-ül arz" her şeyden başka hatta kendi cüzlerinden de başka, nevi şahsına
mahsus, garabetinden zor sezilen bir harikadır ve onun çıkması da islâmî değerlerin sonu demektir.
Oysa ki biz hâlâ, Buhari ve Müslim'de zikredilen bir hadis-i şerife dayanarak diyoruz
ki: Müslümanlar ergen bir gün mutlaka dünyaya hakim olacaklar. Şimdi eğer Dâbbetül-arz çıkmışsa;
bu bizim ümidimize indirilmiş büyük darbedir. Çünkü Dâbbet-ül-arz, diyor ki; bundan sonra yakîn, bundan sonra iman yok;
bundan sonra sükut, bundan sonra gerileme var. Oysa ki biz, İslâm'ın, afâk-ı âlemde şehbâl açacağına
ve dünya muvazenesinde yeniden ağırlık kazanacağına inanıyoruz. Bugün burada gördüğümüz
insanlar gibi, dünyanın dört bir bucağında da Müslümanlar, soluk soluğa Hz. Muhammed'i (sav) arayacak
ve Onunla bir kere daha buluşacaklardır. Dabbetül-arzın canı cehenneme! Biz onu daha sonraları bekliyoruz
ve inancımıza göre o,kâfirlerin başına Kıyametin kopacağı ana yakın zuhur edecektir.
Aksine bir düşünce ise hem akidemize ters, hem de ümidimize indirilmiş bir darbeden başka bir şey değildir.
Hem,
Dabbet-ül-arz olmaya namzet, sıra bekleyen, muhakkak ve mutasavver daha bir sürü yaratık var. Meselâ, onlardan bir
tanesi şimdi de kurgu bilim yazarlarını meşgul eden ve ilerde insanlığın kaderine hakim
olacağından bahsedilen robotlar... Kur'ân işaret ediyor ki: Yeryüzünde şu tür, şu tür canlıların
dışında Allah'ın yaratacağı bazı şeyler var ki siz onları bilmiyorsunuz. Yani
ne laf dinlerler, ne merhametten anlarlar. Ne ağlamaları, sızlamaları dinler ne de ayaklarına kapanmakla
merhametlerini celbedebilirsiniz...
Hatta böyle bir şey, şimdiden o kadar endişe salmaktadır ki,
bu teknolojiyle meşgul olanlar bile, bir gün bunlar programlanıp, ayarlanıp fezaya salındıktan sonra
etrafı yakıp yıkacaklarından; sulh istense dahi sulha yanaşmayacaklarından; yeryüzünde tam bir
fesat unsuru olarak her şeyin altını üstüne getireceklerinden bahsediyorlar ki: Dâbbe hakikatının
bir cüzüne ciddi bir namzet gibi görünmekte...
Ancak bu kadarı dahi, aceleden verilmiş bir karar olacağından,
daha dikkatli konuşmak icab edecektir. Öyleyse tekniğin tankından; geleceğin robot adamlarına kadar;
bugünün küçük virüslerinden, bilmem daha sonraların hangi azgın ve salgın hastalıklarına ve küçük
yaratıklara kadar; ondan da, Ahir zamanda, eşi görülmedik büyük, katliâmlarla hortlayacak ve milyonların ölümünü
netice verecek, henüz adı konmamış hastalık amillerine kadar hepsi; önce ruhun, sonra bedenin ölümünün
dili olan “Dabbet-ül arz”ın birer temsilcisi olabilir. Bence, meseleye böyle bakmakla, bir ölçüde, Kurân'ın
ayâtü beyyinatına ve Sünnete karşı saygı korunduğu gibi, diğer yandan da metinlerin lâhûti buutları
açık tutulmuş olacaktır.
Şunu kemal-i samimiyetle ifâde edeyim ki, yukarda bahsedilen yorumcu arkadaşların
saffet ve samimiyetleri yanında, kendime bir dirhemlik beyân hakkını dahi lâyık görmediğim o muhlis
kardeşlerim, çok ihlâslı olmalarına rağmen, ihlâsın sadece bir rükün teşkil ettiği çok
yönlü bir mesele de yanlış iş yapıyorlar. İhlas ayrı mesele; Sünnete, Kitaba saygılı
olma ve onların ruhuna sadakat içinde bulunma ayrı bir meseledir. tr.fgulen.com
==========================================================================================================
Bizim Şahsi Tanımlamamız!
(Dabbet-ul Arz Nedir?)
Yukarıda okuduklarınız, sitelerden
ve mevcut kitaplardan yaptığımız alıntılardır. Bunların noktasına ve virgülüne
bile dokunmadan olduğu gibi copy-paste ettik....Ve üzerinde yorum yapmayıp, yorumu sizlere bırakıyoruz.
Tabii ki aşağıda bizim yazdıklarımızı da sizlerin yorumlarınıza bırakıyoruz.
Gerçek manâda doğruluğunu Allah'a bırakıyor ve sadece araştırmamızdan edindiğimiz
tanımlamayı sunuyoruz. "En doğrusu bizim tanımlamamızdır" gibi akılsızca laf
da etmiyoruz.
Dabbe (دابَّة ): Hayvan, Böcek(Haşerat),
Yavaş yavaş hareket eden, Debelenen, Emekleyen, Sessiz ve yumuşak şekilde yürüyen/ilerleyen, Hastalık
veya Hamrın (tüm uyuşturucuların) vücuda ağır ağır sirayet/etki etmesi.......vs
Her zaman yaptığımız (sabit) metot ile önce ilgili ayetleri inceleyelim.
Kendimiz (banal) fikir üretmek yerine ayetlerin verdiği fikir/ip uçlarına objektif bir şekilde bakalım:
وَإِذَا وَقَعَ ال ْقَوْلُ عَلَيْهِمْ أَخْرَجْنَا
لَهُمْ دَابَّةً
مِنَ الْأَرْضِ تُكَلِّمُهُمْ
أَنَّ النَّاسَ كَانُوا
بِآيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ
27/82- *Ahd edilen/Emredilen/Söylenen başlarına geleceği/vuku
bulacağı zaman, yerden/yeryüzünden/Arz'dan bir dâbbe
çıkarırız ki; onlara insanların âyetlerimize TAM/Kesin iman etmemiş olduklarını söyler.
*(قَوْلُ)Vâd/Ahd edilen/Emredilen/Söylenen ==> كلمة . أمر . نبأ . رسالة
. القَوْل . وَعْد . عَهْد
27/82. Ayette; Öncelikle bilinmesi gereken şudur ==> Allah'ın olacağını
AHiD ettiği = insanların başlarına gelecek olan şey nedir? Ayeti en doğru şekilde anlamak
için; *Siyak ve Sibakına bakalım:
فَتَوَكَّلْ
عَلَى اللَّهِ إِنَّكَ
عَلَى الْحَقِّ الْمُبِينِ
27/79- O halde sen Allah'a tevekkül et. Şüphesiz ki sen, apaçık bir hak üzerindesin.
إِنَّكَ لَا تُسْمِعُ
الْمَوْتَى وَلَا تُسْمِعُ
الصُّمَّ الدُّعَاءَ
إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ
27/80- Şüphesiz ki sen, ölülere işittiremezsin, sırtını dönüp giden sağırlara
da daveti işittiremezsin.
وَمَا أَنْتَ
بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ
ضَلَالَتِهِمْ إِنْ تُسْمِعُ
إِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ
بِآيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ
27/81- Sen körleri sapıklıklarından çevirip hidayete getirecek değilsin. Ancak
kim âyetlerimize iman etmişse (onlara duyurabilirsin). Onlar müslümanlardır.
وَإِذَا وَقَعَ
الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ
أَخْرَجْنَا لَهُمْ دَابَّةً
مِنَ الْأَرْضِ تُكَلِّمُهُمْ
أَنَّ النَّاسَ كَانُوا
بِآيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ
27/82- Ahd edilen/Emredilen/Söylenen başlarına geleceği/vuku bulacağı zaman, yerden/yeryüzünden/Arz'dan bir dâbbe çıkarırız ki; onlara insanların âyetlerimize
TAM/Kesin iman etmemiş olduklarını söyler.
وَيَوْمَ نَحْشُرُ
مِنْ كُلِّ أُمَّةٍ فَوْجًا
مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِآيَاتِنَا
فَهُمْ يُوزَعُونَ
27/83- Ve her ümmetin âyetlerimizi yalan sayanları gurup gurup toplayacağımız
mahşer gününde, artık onlar bir arada tutulup (hesap yerine) sevk edilirler.
حَتَّى إِذَا
جَاءُوا قَالَ أَكَذَّبْتُمْ
بِآيَاتِي وَلَمْ تُحِيطُوا
بِهَا عِلْمًا أَمْ مَاذَا
كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
27/84- Nihayet (oraya) geldikleri zaman (Allah) der ki: "Siz benim âyetlerimi, ilmen (ne olduğunu)
kavramadan yalan saydınız öyle mi? Yoksa yaptığınız başka neydi?"
وَوَقَعَ الْقَوْلُ
عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا
فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ
27/85- Yaptıkları haksızlıktan dolayı, o söz/ahd gerçekleşmiştir;
artık onlar konuşamazlar.
Buradan açık seçik anlaşılıyor ki bu qawl/söz/ahd...den kasıt,
kıyametten başka şey değildir. Sıra geldi "Dabbet-ül Arz"ın Kur'an verisine göre nasıl
anlaşılması gerektiğine. Yukarıda kelime anlamları itibarıyla hangi manalara geldiğini
belirtmiştik. Asıl amacımız bu anlamlar arasında Kur'an en çok veya tamamen hangi anlamı ön
plana çıkarmış, buna bakmak....
وَفِي خَلْقِكُمْ
وَمَا يَبُثُّ مِنْ دَابَّةٍ ءَايَاتٌ لِقَوْمٍ
يُوقِنُونَ
45/4- Sizin yaratılmanızda ve yeryüzüne yaydığı
dabbeden toplumlar için,
TAM/Kesin ayetler/ibretler vardır.
Bu ayette Allah açıkça insanları diğer canlılardan/dabbe
den (omurgalı-omurgasız-tek hücreli..vs) ayırdığını görüyoruz. (Sizin.......dabbe......)
وَمَا
مِنْ دَابَّةٍ
فِي الْأَرْضِ وَلَا طَائِرٍ يَطِيرُ
بِجَنَاحَيْهِ إِلَّا
أُمَمٌ أَمْثَالُكُمْ
مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ
مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ إِلَى
رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ
6/38- Arz'daki dabbeden ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan hiç bir tanesi yok ki; sizin ümmet/topluluğunuz
gibi emsal teşkil etmemiş olsun. Biz Kitap'ta tefrit (ölçüsünden eksik) olabilecek şeyden bırakmadık.
Sonra hepsi toplanıp Rabb'lerine haşrolurlar.
....Topluluk/ümmet yönüyle
SIZIN gibi dendiğine göre, yine Allah burada dabbe canlısı ile insanı ayırıyor.
وَاللَّهُ خَلَقَ
كُلَّ دَابَّةٍ مِنْ مَاءٍ
فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي
عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُمْ
مَنْ يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ
وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي
عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ
اللَّهُ مَا يَشَاءُ
إِنَّ اللَّهَ عَلَى
كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
24/45- Ve Allah tüm dabbeyi sudan yarattı. Kimileri karnı üstünde sürünür, kimleri iki ayağı
üstünde yürür, kimileri ise dört ayağı üstünde yürür. Allah neyi dilerse (onu) yaratır. Kuşkusuz, Allah
her şeye kadirdir.
İnsanın yaratılışının çamur/topraktan (salsal) olduğunu
biliyoruz. O halde Allah: ...Allah tüm dabbeyi sudan yarattı....sözüyle
insanları ile insan dışındaki yeryüzü canlılarını ayırdığını anlıyoruz.
وَكَأَيِّنْ مِنْ
دَابَّةٍ لَا تَحْمِلُ
رِزْقَهَا اللَّهُ يَرْزُقُهَا
وَإِيَّاكُمْ وَهُوَ
السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
29/60- Kendi rızklarını yüklenemeyen/elde edemeyen
nice dabbe vardır ki; Sizin
de onların da rızkını Allah verir. Ve O, her şeyi işitir, her şeyi bilir.
Keza burada da aynı ayrım var: .....nice dabbe
vardır ki; Sizin........
فَلَمَّا قَضَيْنَا
عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا
دَلَّهُمْ عَلَى مَوْتِهِ
إِلَّا دَابَّةُ
الْأَرْضِ
تَأْكُلُ مِنْسَأَتَهُ
فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ
الْجِنُّ أَنْ لَوْ كَانُوا
يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ
مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ
الْمُهِينِ
34/14- Sonra onun ölümüne hükmettiğimizde,
onlara onun ölümünü sezdiren olmadı, ancak, arzın/yerin dabbesi dayandığı asasını yiyordu. Bu sebeple yere yıkıldığında
beyan/belli oldu ki; şayet cinler gaybı bilseler idi, alçaltıcı azapta bekleyip durmazlardı.
Bu ayette de yerden bir canlının Hz. Süleyman'ın asasını
kemirdiği/yediği (تَأْكُلُ
مِنْسَأَتَهُ asasını yiyordu) açıkça anlaşılıyor.
Peki asayı(Ağaç/ahşap) ne yer? Ya ağaç kurdudur ya da güve
cinsi bir böcek. Her ne ise burada dabbenin türü/cinsi mevz-u bahis değil. Bir hakikatin ispatı için illa bir insanın
lisan ile konuşması gerekmiyor. Bakınız burada Hz. Süleyman'ın asasını yiyen dabbe hal/beden
dili ile cinlere lamı-cimi aması-maması-pürüzü olmadan NET bir biçimde neyi ispat ediyor .....yere yıkıldığında beyan/belli oldu ki; şayet cinler gaybı
bilseler idi, alçaltıcı azapta bekleyip durmazlardı. Çünkü
bu cinleri Hz. Süleyman ağır taş işlerinde bina yapımında kullanıyordu ve Hz. Süleyman'ın
vefatı ile özgür kalıp ağır ve alçaltıcı işten kurtulmuş olacaklardı.
Yani diğer bir deyiş ile özgürlük için Hz. Süleyman'ın ölmesi lazımdı/bekleniyordu...Ama
asasında yaslanır şekilde vefat etmiş olması zahiren bakıldığında yaşıyor
hissi verdiğinden cinler onun ölmüş olduğunu anlayamadı. Tâ yerdeki dabbe gelip asayı yiyip kırılmasına
ve Hz. Süleyman'ın yere yıkılmasıyla anlayabilmişlerdir. Böylece dabbe Allah'ın "La Yeğlemu
men fi-s semawati wel erda ğaybe illallah=Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilemez!) sözünü inanmayanlara
yaqin olmayanlara ispat etmiştir.
O halde DABBEnin hem insan haricindeki canlılar için kullanılmış
olması...Hem de Hz. Süleyman olayı ile Allah'ımızın bize örneksediğini baz alırsak; yaşadığımız
yüzyıl içinde ve sonrası için "Dabbet-ul Arz" tanımı çerçevesini çizmiş oluyor. Şöyle ki:
Aynen dili olmamasına rağmen, Hz. Süleyman'ın asasını
yemesi vesilesi ile ORTAYA KOYDUĞU OLAY/DAVRANIŞ ile adeta dile gelerek, Allah'ın sözünü/ayetini ispat eden
dabbe gibi.....Aynen onun gibi...Belki bir omurgalı ve bilmediğimiz bir tür, belki yeni bir virüs, belki yeni bir
bakteri, belki genetiği değişmiş başka bir böcek....her ne ise bu kısmını Allah bilir.
Ortaya koyacağı olay ile eleştiriye mahal bırakmaksızın Allah'ın ayetini/ayetlerini izhar
ederek muhatabı olan insanlara mesajını NET bir şekilde izah etmiş olacak.
Yoksa bir alim/illim/bilim/ adamının ayetleri bilimsel yönüyle açıklaması
misaller getirmesi değildir. Bunu yapana "Dabbet-ul Arz" veya "Dabbet" denemez. Çünkü yapılan iş ortada....nedir?
Ayetleri açıklıyor....O halde bu kişiye ya müfessir denir ya da alim adayı........
Çünkü hz Süleyman'ın olayındaki dabbe ile ayetleri bilimsel olarak açıklayan
alim adayının yaptıkları şeyler aynı şeyler değil. Peki Neden?.... siz ayetler konusunda
dilediğiniz kadar emsalsiz misal getirin.... İnanmayan yine inanmıyor ve inanmayacak da... Ama Kur'anın
örneksediği dabbe de durum farklı.......Çünkü dabbe nin vesilesi ile vuku bulacak olay/hal dili ile anlatım.....yoruma
veya itiraza mahal bırakmayacak çıplaklıkta olacaktır. Hiç kimsenin bunu inkar etmeye delili/tutanağı
kalmayacaktır.
Akıllı insanların veya Kur'an ehlinin; "Dabet-ul Arz" konusunda
tutumu şu olamaz => "Bence dabbe tul arz şu hayvandır...bence dabbe tul arz falanca kişidir.....bence
dabbe tul arz televizyondur...bence dabbe tül arz bilgisayardır....bence dabbe tül arz gelecekte bir robottur, bence
dabbe tul arz.............vs."
Bunların hepsi yanlış ve üzerine düşülmemesi de gerekir bence...Neden?
1. Allah bu konuda (dabbenin kimliği) bir bilgi vermemişse neden üzerine
düşülsün.
2. Kimlik değil içerik önemli ki, o içeriği Allah da vermiş ve hatta
örneksemiştir.
Hülasa: İnsanlar eşrefi mahlukattır.
Allah kimseyi dabbe etmesin :) (amin)
(taha114)
|