ELEKTRONLARIN BİR BAŞKA FONKSİYONU:RENKLER Kapkara bir dünyada yaşamak nasıl
olurdu, hiç düşündünüz mü? Bedeniniz, etrafınızdaki insanlar, denizler, gökyüzü, ağaçlar, çiçekler, kısacası
herşeyin kapkara olduğunu gözünüzde bir canlandırın. Böyle bir yeryüzünde yaşamayı hiç istemezdiniz
öyle değil mi?
Peki, yeryüzünü renkli kılan nedir? Dünyamızı olağanüstü güzel kılan
renkler nasıl oluşmaktadır?
Maddenin yapısında bulunan, birazdan göreceğimiz özellikler
bizim maddeyi renkli olarak algılamamıza yol açarlar. Evet; renkler, elektronların atom içindeki bazı
hareketlerinin bir fonksiyonu olarak oluşur. 'Elektronların hareketiyle renklerin ne ilgisi olabilir?' diye düşünebilirsiniz.
Bu ilişkiyi hemen kısaca açıklayalım.
Elektronlar sadece belirli yörüngelerde dönerler. Bu yörüngelerin
7 tane olduğundan az önce bahsetmiştik. Her bir yörünge belirli bir enerji seviyesine sahiptir. Sözkonusu bu enerji
seviyesi yörüngenin çekirdekten olan uzaklığına bağlı olarak değişir. Bir yörünge çekirdeğe
ne kadar yakınsa elektronun enerjisi o kadar az, çekirdeğe ne kadar uzaksa enerjisi o kadar yüksek olur.
Elektronların
yörüngelerinin her birinin altında da "alt yörüngeler" vardır. Elektronlar, bulundukları yörüngenin "alt yörüngeleri"
arasında seyahatler yaparlar. Nasıl mı?
Elektronlar bulundukları alt yörüngeden bir başka
yüksek enerjili alt yörüngeye atlarlar. Bir üst enerji seviyesinde boş bir yer olduğunda elektron birdenbire ortadan
kaybolur ve şaşırtıcı bir şekilde o üst enerji seviyesinde tekrar ortaya çıkar. Ancak elektron
bunu yaparken dışardan çok önemli bir destek alır: Enerji. Elektron bulunduğu yörüngeden daha yüksek enerjili
alt yörüngeye sıçrarken bu iki enerji seviyesinin arasındaki fark kadar dışardan enerji almak zorundadır.
Üst enerji seviyesinin gerektirdiği enerji seviyesine ulaşmadan elektron bu yörüngeye sıçrayamaz. Elektronun
dışardan temin ettiği enerji "Foton"dur.
Foton, en basit anlatımıyla "ışık
parçacığı"dır. Evrendeki yıldızların hepsi birer foton kaynağıdır, Dünyamız
içinse en önemli kaynak elbette ki Güneş'tir. Fotonlar Güneş'ten saniyede 300.000 km. hızla tüm uzaya dağılmaktadırlar.
Peki ışık ile az önce bahsettiğimiz elektronların hareketleri arasında nasıl bir bağlantı
var, hemen açıklayalım.
Bir cismin rengi, gerçekte o cisimden yansıyarak gözümüze ulaşan ışıkların
bir karışımıdır. Genellikle kendi ışık yaymayan ve güneşten aldığı
ışığı yansıtan bir cismin rengi, hem aldığı ışığa hem de
bu ışık üzerinde yaptığı değişikliğe bağlıdır. Beyaz ışıkla
aydınlatılan cisim "kırmızı" görünüyorsa güneş ışığındaki karışımın
büyük bölümünü soğuruyor ve yalnız kırmızıyı yansıtıyor demektir. Burada "soğurmak"tan
kastedilen şudur:
Yukarıda da belirttiğimiz gibi atomdaki her bir yörüngenin altında bir de alt
yörüngeler vardır ve elektronlar bu alt yörüngeler arasında seyahat yaparlar. Herbir alt yörüngenin bir enerji seviyesi
vardır ve elektron bulunduğu alt yörüngenin enerji seviyesi kadar enerji taşımaktadır. Yörüngeler
çekirdekten uzaklaştıkça enerjileri de artar. Elektron, bulunduğu alt yörüngeden yukarıda başka bir
alt yörüngede, 1 elektronluk boş yer olduğunda bir anda yok olur. Ve üst enerji seviyeli alt yörüngede ortaya çıkar.
Yalnız elektronun bu hareketi yapabilmesi için enerjisini geçiş yaptığı alt yörüngenin gerektirdiği
enerjiye çıkartmalıdır. Elektron, enerjisini arttırmalıdır ve bunu da foton soğurarak (yutarak)
yapar. Evet, elektron tıpatıp bu iki alt yörünge arasındaki enerji farkı kadar enerjiye sahip ışık
parçacığı olan fotonu soğurur. Daha sonra da tekrar eski yörüngesine geri döner. Bu hareket sürekli devam
eder....
Güneşten çok çeşitli enerji seviyelerinde fotonlar gelmektedir. Ancak, bu fotonlar arasındaki
görünür ışık, çok dar bir alanı kaplamaktadır. Güneşten gelen ışık parçacıkları
maddeye çarptığında, işte ışığın bir kısmı yukarıda anlattığımız
şekilde madde tarafından soğurulur, soğurulmayan diğer kısım ise maddeye çarpıp dışarı
geri yansır. Nihayet, cisimden yansıyan ışık gözümüzün retinasına çarpar. Retinaya çarpan bu
ışık işareti sinir akışına dönüşür ve beynimize kadar ulaşıp görüntüyü oluşturur.
Durumu birkaç örnekle daha anlaşılır hale getirebiliriz: Bir Morpho Kelebeğini (Sarı Kelebek)
ele alalım. Kelebekte pterin adı verilen pigmentler, sarı hariç bütün güneş ışığını
soğurmaktadırlar. Kelebeğe çarpıp, kelebekteki pigment molekülünün elektronları tarafından soğurulmadan
dışarı yansıtılan ışık parçacıkları, sahip oldukları enerji sarıya
denk geldiği için beynimiz tarafından sarı renk olarak algılanmaktadır.
Cismin rengi, ışık
kaynağından gelen ışığın özelliğine ve sözkonusu cismin bu ışığın
ne kadarını dışarı yansıttığına bağlıdır. Örneğin bir elbisenin
rengi, güneş ışığında veya bir mağazada bakıldığında aynı değildir.
Bir cisim şayet beynimiz tarafından siyah olarak algılanıyorsa, güneşten gelen bütün ışığı
soğuruyor ve dışarı hiç ışık yansıtmıyor demektir. Aynı şekilde eğer
cisim güneşten gelen ışığın tümünü birden yansıtıyor ve hiç ışık soğurmuyorsa
beynimiz tarafından beyaz olarak algılanmaktadır. Bu durumda üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken noktalar
şunlardır:
1-Cismin rengi, ışık kaynağından gelen ışığın
özelliklerine bağlıdır.
2-Cismin rengi, kendi yapısındaki moleküllerin elektronlarının
hareketine, bu elektronların hangi ışığı soğurup hangisini soğurmayacağına
bağlıdır.
3-Cismin rengi, retinaya çarpan fotonu beynimizin nasıl algılayacağına
bağlıdır.
Bu şartlar altında, gördüğümüzün cismin gerçek hali olduğunu asla söyleyemeyiz.
Cismin rengi kesinlikle görecelidir ve gördüğümüz rengin hangi aşamadaki halinin gerçek olduğundan emin olamayız.
Bu noktada bir kere daha durup bir düşünelim.
Gözle görülemeyecek kadar küçük bir madde olan atomun çekirdeğinin
etrafında inanılmaz bir süratle dönen elektronlar, mevcut yörüngelerinden bir anda kaybolup alt-yörünge adı
verilen bir başka mekana geçiyorlar. Bu geçiş için alt-yörüngede boş bir yerin olması da şart. Bu
esnada ihtiyaç duydukları enerjiyi foton soğurarak temin ediyorlar. Sonra asıl yörüngelerine geri dönüyorlar.
Bu hareket esnasında insan gözünün algılayabileceği renkler oluşuyor. Üstelik sayıları trilyonlarla
ifade edilebilecek kadar çok atom, üstelik her saniye hiç durmadan bunu yapıyorlar. Bizler de hiç kesintisiz bir "görüntü"
elde ediyoruz.
Bu müthiş mekanizma, insan yapısı hiçbir makinenin işleyişine benzetilemez.
Örneğin bir saat tek başına çok karmaşık bir mekanizmadır, ve saatin doğru olarak çalışabilmesi
için tüm parçalarının (çarklar, dişliler, vidalar, somunlar, vs.) doğru yerlerde, doğru biçimde bulunması
şarttır. Bu mekanizmada en küçük bir aksama, saatin işleyişine zarar verir. Fakat atomun yapısını
ve elektronların yukarıda anlattığımız mekanizmasını, işleyişini düşününce,
bir saatin yapısı çok hafif kalıyor. Dediğimiz gibi bu mekanizma hiçbir insani sistemle kıyaslanamayacak
kadar karmaşık, mükemmel ve organize. Peki son derece sistematik biçimde işleyen, hiç aksamadan devam eden
böyle bir sistem kendi kendine, tesadüfler sonucunda meydana çıkabilir mi? Ya da şöyle soralım: Issız
bir çölde ilerlerken yerde işleyen bir saat görseniz, bunun toz, toprak, kum ve taşlardan şans eseri oluştuğunu
düşünür müsünüz? Bunu hiç kimse düşünmez, çünkü saatteki tasarım ve akıl her yönüyle gözler önündedir.
Oysa bir atomdaki tasarım ve akıl, yukarıda da söylediğimiz gibi insan yapısı herhangi bir mekanizmayla
kıyaslanmayacak kadar üstündür. Bu aklın sahibi de büyük ilim sahibi, Bilen, Gören ve Yaratan Allah'tır.
Bu
bölümde bize verilen en büyük nimetlerden biri olan renklerin oluşumunu inceledik. 'Renk' kavramının var olmasından
da anlaşıldığı gibi, Allah gördüğümüz ve göremediğimiz heryeri sonsuz bir sanatla yaratmış
ve bizim haberimiz bile olmadığı halde sayısız sebebi bizim emrimize vermiştir. Daha önceden
hiç bilmediğimiz, belki de öğrenmeyi hiç aklımıza getirmediğimiz renkler konusu, bilim ilerledikçe
işte bu kadar detaylı olarak bize aktarılır. Bilimin, akıl ve vicdan sahibi her insanın Allah'ın
varlığına inanmasına vesile olacağı bir gerçektir. Tüm bunlara rağmen evrenin her noktasında
şahit olunan üstün sanatı ve aklı görmemezlikten gelenler olabilmektedir. Ünlü bilimadamı Louis Pasteur
bu konuyla ilgili ilginç bir tespit yapmıştır: "Bilimin azı Allah'tan uzaklaştırır, ama
çoğu, O'na götürür."14
İşte bizim de çevremizde gelişen sayısız olayla ilgili bilgimiz
arttıkça her geçen gün Allah'ın ilmine olan hayranlığımız da artmaktadır. Bu hayranlık
ise Allah'ın sonsuz kudretini, gücünü mümkün olduğunca idrak etme, ve dolayısıyla O'ndan gereği gibi
korkup-sakınma yolunda çok önemli bir adımdır. İnsanın teknik bilgisi arttıkça, Allah'ın
kendisini her yönden kuşattığını, gökten yere her işi onun düzenlediğini, kontrolünü elinde
tuttuğunu, canının bir gün mutlaka alınacağını ve dünyada yaptıklarından hesaba
çekileceğini kavrayabilir. Kuran bu durumu bir ayette şöyle açıklar:
Allah'ın gökyüzünden su indirdiğini
görmedin mi? Böylece biz onunla, renkleri değişik olan meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı
renkleri değişik ve siyah yollar (kıldık). İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle
değişik olanlar vardır. Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek-korkar'. Şüphesiz
Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır, 27-28)
|